Ateş düştüğü yeri yakar ile ilgili kompozisyon yazımızda bu atasözünün anlamı üzerinde kısaca duracağız.
Herhangi kişinin, kişilerin başına gelen felaketin acısını en çok onlar çeker. Ortada çok acı bir gerçek vardır. O kişiler bu yıkım ve acıyla yüzleşmek zorunda kalır. Onları dışarıdan gözlemleyen el dediğimiz başkaları için ise bu acı şeyler geçici üzüntüye yol açar.
Örneğin bir ebe şehit ateşi düşüyor. Şehidin annesi, babası, kardeşleri ardından gözyaşı döküyor. Annesinin yüreği parçalanıyor. Babası başına gelen bu yıkım karşısından ayakta duramayacak kadar güçsüz duruma düşüyor. Tanıdıkları baş sağlığına geliyor ama onların üzüntüsü o kadar uzun sürmüyor. Bu konu her şeyde gözlenmektedir. Mesela bazen haberlerde ahırı yanan çiftçiler görüyoruz. Sebebi bilinmeyen bir kıvılcımla alevler çok kısa sürede ahırı ve küçükbaş hayvanları yutmuş oluyor. O ahırın sahibi için bu durum çok üzücü bir olaydır. Telef olan hayvanlara mı üzülsün, yanan ahırına mı yansın buna hangi yürek dayanır? Oraya bir ateş düşmüş ve düştüğü yeri de kavurup yakıyor. Komşular da buna üzüldüğünü gelip söyler, geçmiş olsun der ama onların üzüntüsü fazla sürmez.
Bir olayın verdiği acıyı o kötü durumu başına gelenler derinden hisseder. Onlar dayanılması çok güç olan bu olayla bizzat yüzleşiyor. Diğerlerinin tuzu kuru olduğundan buna samimi olarak üzülmüyor.
Sonuç olarak yıkım diye tabir edilen şeyler insanların acı içinde kıvranmasına neden olan büyük acı veren hadiselerdir. Bu hadiseler kimin ya da kimlerin başına gelirse onun yıkıcı etkisini en çok onlar görmektedir. Başakları da buna üzülebilir lakin onların üzüntüsü kısa zamanda etkisini kaybeder. Çünkü insanlar başlarına bir felaket gelmediği sürece bu acının ne demek olduğunu yakından anlayamazlar. Onu yaşayan ancak ne çektiğini bilir.